Geçtiğimiz günlerde bir gece başım şiddetle dönmeye başladı. Daha önceki zamanlarda çok nadiren yaşadığım bu duruma bu kez çok yoğun bir şekilde ve üstelik yalnızken yakalandım. “Eyvah, 25 yaşında vertigo mu oldum?!” krizlerine girmemek için hızlıca hastaneden randevu aldım. Baş dönmelerimin sebebinin psikolojik kaynaklı olduğunu tahmin etsem de doktorla görüşmeye gittim. Doktorla görüştükten sonra bana verdiği cevap fizyolojik bir bakış açısıyla psikolojik bir problem yaşadığım yönündeydi. Bana uzun süre bilgisayar başına vakit geçirip geçirmediğimi ve boyun kaslarımda kasılmalar, spazmlar yaşayıp yaşamadığımı sordu. Bu benim için oldukça basit bir soruydu, hemen atladım ve tabii ki de bu ağrıları yaşadığımı söyledim. O da bu ağrılar sebebiyle kan dolaşımımın yavaşladığını ve beynime yetersiz oksijen gittiği için baş dönmeleri yaşadığımı söyledi. Doktor bana fizyolojik bir bakış açısından yaşadığım problemi anlatmıştı. Ben ise tahminlerimin doğru çıkmasına üzülerek yaşadığım stresin, hayatımı ve sağlığımı nasıl bu kadar etkilediğini gözlerimle görmüş oldum.
Karakter olarak biraz garantici bir insanım, doğruluğundan/güvenliğinden emin olduğum yoldan gitmeyi severim. Aynı zamanda, karakter olarak kolay mutlu olan biri olsam da rahatlıkla da strese girebilirim. Bu nedenle bir problem yaşadığımda öncelikli olarak strese girer ve kendi kabuğuma çekilirim. Ardından problem çözme becerilerim devreye girer, mantığıma yatan en uygun çözüm yöntemini benimser ve tekrar umutlanmaya başlarım. Hedeflerim doğrultusunda attığım her adımsa bana genel olarak mutluluk verir. Garantici bir insan olmam sebebiyle de attığım adımları sağlam zemine basmayı severim. Bu sebeple doğru olanı yapmaya dair büyük bir istek ve motivasyon hissederim. Geçtiğimiz günlerde tam da bu baş dönmelerini yaşadığım günde, işimle ilgili önemli bir karar vermem gerektiği bir durumun içine girdim. Benim için oldukça zor bir karardı, zor olmasının yanında korkutucuydu da. En doğru olanı yapmaya çalışıyordum, ve yanlış kararı vermiş olma ihtimalimden çok korkuyordum. Tam da bu anda iş ortağımla yaptığım konuşmada bana şunu sordu;
“Sence bu hayatta tek bir doğru ve her doğruya karşılık tek bir yanlış mı vardır?”
Bu soru bana yeni bir kapı açmıştı, sınırsız ihtimallerin olduğu bir şeyin içindeydik, buna kısaca hayat deniyordu. Bu sonsuz yaşam döngüsünde sınırlı bir bakış açısından, doğru ile yanlış olanı ayırmaya çalışıyorduk.
Dizilerde bazen ahlaki bir ayrıma düşeriz: bir iyi bir de kötü karakter vardır. Kötü karakter iyi olana acımasızca davranır, zaman içerisinde kötü karakter zor bir duruma girer ve iyi olandan ona merhamet etmesini ister. İyi insan, kötü olana yardım etmek ister ama kendine yapılanları da sineye çekemez. Bir karar vermek zorundadır; ya herkes tarafından “doğru” olarak kabul edilen kararı verip yardım edecek ya da “etme bulma dünyası” deyip kötü olana sırtını dönerek toplum tarafından “yanlış” olarak kabul edilen davranışa bürünecekti. Oysa ki kötü karaktere sırtını dönen iyi karakter belki de kendi için doğru olan şeyi yapıyordu. Toplum bunu bilebilir miydi?
İşimiz için karar alırken de aynı ikilemdeydik; kalbimizi mi dinleyelim, yoksa herkes için en doğru olan kararı mı verelim?
İnsan, iç sesinden uzaklaşıp dışarının düşüncelerine kulak verdiğinde kendi benliğini oluşturan geniş bakış açısını kaybediyor ve burnunun ucundan daha uzağı göremez hale geliyor.
Toplumun doğrularını bir kenara koyup kendi doğrularını bulmak ve yeri geldiğinde farklı olma cesaretini göstermek önemliymiş. Mutluluğa giden yolun buradan geçtiğine inanıyorum; kendi doğrunu yaşayabilme cesareti göstermek.
Bu noktada şu soru işaretine de düşmek elbette mümkündür. Kendi doğrunu yaşarken diğer insanlar seni anlamıyor ve dışlıyorsa, ve sen de dışlandığın ve başkaları tarafından onaylanmadığını hissettiğin için mutsuz oluyorsan, mutluluğu dışsal kaynaklara bağlamış olabilirsin. Bu dünyada imkansız bir şey varsa o da herkesin aynı anda mutlu/memnun olmasıdır. Mutluluğumuzu imkansız olan bir şeye bağlandığımızda ise kaçınılmaz son burnumuzun dibinde bitiveriyor. Mutluluğumuzu içsel kaynaklara bağladığımızda ise işler nispeten kolaylaşıyor. Örneğin başkalarının onayına ihtiyaç duymadan kendin olabilme cesareti göstermek büyük bir yaşamsal tatmin ve mutluluk kaynağı bence.
Herkesin düşüncelerini dinlemekten zehirlenmiş bir zihin kendi doğrusunu bulup bunu nasıl uygulayabilir?
Cevap basit, uygulaması zor; dinleyerek ve pratik ederek. Gittikçe kısalan dikkat süremi artırmak için bir süredir Barış Özcan’ın videolarını izliyor ve verdiği önerileri dinliyorum. Bir videosunda uzun zamandır hiçbir dijital içerikte duymadığım bir kavramdan bahsetti; “kendini zorlamak”.
“Daha çok çalış, çaba göster, nihayetinde hedefine ulaşacaksın” gibi bir şey söylemedi. “Dikkat süreni uzatmak istiyorsan kendini zorlayacaksın ve bunu pratik etmeye devam edeceksin” önerisini verdi. Bu netlik ve sosyal medyada alıştığımız “zora gelmeme” güzellemesine sağlam bir darbe vuran söz bana gerçekten iyi geldi. Çünkü, bazen istediğimiz şeylere ulaşabilmek için kendimizi zorlamamız ve karşılığında bir emek vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Kendi doğrunu bulmak da buna benziyor. İnsanın kendi iç sesini duyabilmesi için duygularını hissetmeli, bir olaya karşı verdiği tepkilerde özüne güvenmelidir. Bu bir günde olacak bir olay kesinlikle değildir, insan hayatının her gününde bunu yapmaya devam etmeli ve iç sesini bulandırmamaya kendini zorlamalıdır. Bu konuda yapılacak en güzel pratiklerden birinin günlük tutmak olduğunu düşünüyorum. Günlük yazmak hem günün genel bir değerlendirmesini yapmak hem de o gün yaşananlarla ilgili duygu ve düşüncelere yönelik güzel bir farkındalık çalışması olabilir.
Hayatın siyah ve beyazdan ibaret olmadığı gibi durumları da salt doğru ve yanlış olarak ayırmamak gerek diye düşünüyorum. Her doğrunun karşıtı bir yanlış da yoktur bence. Var olan şey bakış açısıdır. Kimine göre doğru olan şey kimine göre dünyanın en yanlış şeyidir. Doğrular ve yanlışlar nereden baktığımıza göre şekillenir. Günün sonunda bizi uzun vadede en güvenilir alana yönlendirecek olan şey ise özümüzden gelen o sestir. İçimizdeki ses ilk aşamada bizi dikenli yollara soksa da bir gün elbette güllere kavuşturacaktır, buna kalpten inanıyorum. Ne mutlu içinden gelen sese kulak verip uygulayabilenlere.
Her birimizin içinde benzersiz bir ses, benzersiz bir doğru vardır. Buna ulaşmak ise sabır, öz farkındalık ve cesaret gerektirir. Hepimizin kendi benzersiz doğrusunu bulması ve onu yaşama cesaretini göstermesi dileğiyle…
Sevgiyle
Yazımı okuduğun için çok teşekkür ederim! Bu konudaki düşüncelerini merak ediyorum, sence hayatta doğrular ve yanlışlar var mıdır? Düşüncelerini yorum olarak paylaşırsan çok mutlu olurum. 🙏🏼
Yazımı beğenerek ve beni takip ederek günümü güzelleştirebilirsin. 🫶🏼
Bu makale orijinal olarak Medium’da 28 Eylül 2024’te yayınlanmıştır.